Bir Aydınlanma Rüyası: 17 Nisan ve Köy Enstitüleri
Türkiye'nin eğitim tarihinde 17 Nisan 1940, sıradan bir tarih değildir. Bu toprakların vicdanı olan köylünün, emeğin ve bilginin el ele verdiği eşsiz bir kalkınma rüyasının başlangıcıdır. Köy Enstitüleri; savaşlardan yorgun düşmüş, yoksulluğa gömülmüş bir ülkenin kırsalına umut taşıyan, okuma yazmadan öte bir yaşam kültürü sunan, eşsiz bir halk aydınlanması projesiydi. Bu büyük devrimin iki öncüsü vardı: Bir hayal kuran Hasan Âli Yücel ve o hayali Anadolu toprağına sabırla eken İsmail Hakkı Tonguç.
Hasan Âli Yücel, bir kültür adamıydı. Maarif Bakanlığı koltuğunda otururken kafasında yalnızca sayılar, istatistikler yoktu; halkın cehaletle olan mücadelesinde nasıl ışık olunabileceğini düşünen bir idealistti. Dünya klasiklerini Türkçeye kazandıran, şiire ve felsefeye tutkun bir aydındı. Ancak onu farklı kılan, şehirde doğmuş bir fikri köye taşıma cesaretiydi.
İsmail Hakkı Tonguç ise o fikri alın teriyle yoğurdu. “Köyü köylüyle kalkındırmak” düşüncesini merkeze alarak, eğitimciyi sadece ders anlatan değil; aynı zamanda toprağı eken, marangozluk yapan, sağlıklı yaşamı öğreten bir rehber olarak tanımladı. Öğrenci sadece bilgiyle değil, beceriyle de donanacaktı. Tonguç’un deyimiyle “iş içinde iş için eğitim”di amaç. Enstitülerde kitapla kazma, türküyle cetvel yan yanaydı. Öğrenciler hem öğreniyor hem üretiyorlardı.
1940’tan 1954’e kadar 21 Köy Enstitüsünde yaklaşık 17.000 öğretmen ve sağlık memuru yetiştirildi. Bu insanlar yalnızca birer meslek erbabı değildi; köylerine döndüklerinde birer önder, birer devrimci, birer halk aydını oldular. Anadolu’nun dört bir yanında cehaletle savaşan bu öğretmenler; saz çaldılar, tiyatro yaptılar, ziraat öğrettiler, şiir yazdılar. Onlar “mektepli köylüler”, “aydın köy çocukları” oldular.
Ama bu aydınlanma uzun sürmedi. Aydınlığın her zaman karanlığı tedirgin ettiği gibi, bu model de egemen güçleri rahatsız etti. Köy Enstitüleri, 1954’te kapatıldı. Ancak o tohumlar toprağa bir kere düşmüştü. Bugün Anadolu’da bir okul duvarında yazılı bir şiir, bir köy öğretmeninin yüzündeki inanç, Tonguç’un emanetidir. O ruh yaşıyor.
Tam 85 yıl önce, 17 Nisan 1940’ta, Türkiye’nin yorgun ve yoksul köylerinde bir kıvılcım çakıldı. O kıvılcım kısa sürede bir meşaleye dönüştü. Bu meşalenin adı Köy Enstitüleriydi.
17 Nisan yalnızca bir yıl dönümü değil; bir düşün, bir cesaretin ve halk sevgisinin simgesidir. Hasan Âli Yücel’e, İsmail Hakkı Tonguç’a ve o büyük kuşağa borcumuz büyüktür. Onları yalnızca anmak yetmez; anlamak, izlerinden yürümek gerekir. Çünkü hâlâ o köylerde ışık bekleyen çocuklar var.
Bu topraklarda bir düş kuruldu: “Köylü milletin efendisiyse, ona efendi gibi eğitim verilmeliydi.” İşte bu düşün ardında iki büyük isim vardı: Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç...
Hasan Âli Yücel sadece bir bakan değildi; halkını seven, halkıyla düş kuran bir kültür adamıydı. O düşü gerçekleştirmek için, Anadolu’nun bağrına eğitimi bir tohum gibi eken isimdi.
Ve İsmail Hakkı Tonguç... O, eğitimi şehirlerin duvarlarından çıkarıp köylünün toprağına, yüreğine taşımayı başaran bir öncüydü. Derdi yalnızca okuma yazma öğretmek değildi. Derdi; üretmekti, düşündürmekti, diriltmekti. Enstitülerde bilgiyle toprak, kalemle çapa yan yana yürüdü.
O okullardan çıkan on binlerce öğretmen, yalnızca sınıfın değil, köyün önderi oldular. Elinde kitapla türkü söyleyen, saz çalan, ziraat öğreten, tiyatro yapan öğretmenlerdi onlar. Her biri bir kıvılcım oldu. Her biri bir çocuğun gözünde aydınlıktı.
Ve 1954’te enstitüler kapatıldı. Ama o tohumlar toprağa düşmüştü bir kere. Bugün hâlâ Anadolu’nun bir köy okulunda umutla ders anlatan bir öğretmen varsa, işte o ruh orada yaşıyor demektir.
Hasan Âli Yücel’i, İsmail Hakkı Tonguç’u ve bu büyük eğitim seferberliğinde emek veren tüm eğitim neferlerini başta babam Ali Şahabettin Aktaş ve amcam Mustafa Aktaş olmak üzere saygıyla, minnetle anıyor; onların ışığını geleceğe taşımaya söz veriyorum.
Ve bir ülkenin geleceği, hâlâ bir öğretmenlerdir
Yaşasın halkın öğretmenleri!
Yaşasın Köy Enstitüleri!
ADİL AKTAŞ
17 NİSAN 2025
MALATYA